Beşiktaş, birkaç dakikalık aksiyonun getirdiği hezeyana kadar Fenerbahçe’ye karşı oyununun bütününü doğru uygulayabilen bir görüntüdeydi. Rakibini hücum yönlü istatistiklerin neredeyse tamamında sürklase eden, 22. dakikada 2-0 öne geçen takım, 26. dakikada yaşananlara kadar işin bambaşka yerlere gidebileceğini hayal ettiren bir noktadaydı. Ancak sahaya Beşiktaş’ın kaptanı olarak çıkan, transferiyle birlikte camianın “aidiyet” kavramı üzerinden retoriğini yeniden şekillendirme potansiyeli taşıyan Orkun Kökçü, yaptığı bir hareketle hayati bir derbiyi tam tersine çevirdi. Üstüne Sergen Yalçın’ın bu pozisyona itirazıyla gelen kırmızı kart eklenince, Beşiktaş sahada hem kaptanını hem teknik direktörünü kaybederek adeta öksüz ve yetim kaldı.
O dakikadan sonrası Beşiktaş adına tam anlamıyla bir serbest düşüştü. Rakibinin merkezine yediği darbeyi, son haftalarda güçlenen ve anlam kazanan orta blokta direnç noktalarına doğru nüfuz eden Fenerbahçe lehine çeviren bir oyun ortaya çıktı. İsmail’in farkı bire indiren golü onun adına da anlamlıydı. Mourinho döneminde sistemin dışında kalan İsmail, Tedesco döneminde yeniden yerini kazanmaya ve bir “asset”e dönüşmeye başladı. Asensio’nun devreye girmeden önce skoru eşitlemesiyle birlikte ikinci yarıya dair fikirler pek çok insanın kafasında netleşmişti. Beşiktaş, 3-2’ye kadar savunma refleksiyle ve top kazanmaya dönük bir anlayışla durumu idare etmeye çalıştı. Hatta ikinci yarının belli dilimlerinde — özellikle 70 ile 83. dakikalar arasında — oyuna itiraz eden bir karakter de gösterdi. Ancak Duran’ın golüyle Fenerbahçe öldürücü darbeyi vurdu ve sonuç belli oldu.
Fenerbahçe, tartışmalı başlayan Tedesco döneminde ikinci derbi zaferini elde ederken, son üç maçını da kazanmış oldu. Karagümrük maçının oynandığı dönemde Tedesco’ya dair oluşan algıyla, Stuttgart, Gaziantep ve Beşiktaş maçlarının ardından ortaya çıkan Tedesco profili 180 olmasa da en az 120 derecelik bir değişim geçirdi. Hiçbir zaman Tedesco’nun yetersiz olduğunu düşünmedim, ancak kriz anlarında arkasındaki desteği bulamayacağını öngörüyordum. Fakat futbolun o değişmez gerçeği kendini yeniden hatırlattı: “Bu oyunda itibar sahada kazanılır.” Görevinde henüz 10 maça çıkmış olsa da, birkaçında ipin üstünde yürüyen bir cambaz gibi sınanan, bir başkanlık seçimini de arkasında bırakan Tedesco, güvenini sahada inşa etmeye devam ediyor. Ona duyulacak güvenin olumlu yansımaları, doğrudan Fenerbahçe’nin istikrarına dönüşecektir. Görünen o ki tablo ve gidişat, hocanın lehine ilerliyor. 15 Aralık 2025’e kadar sürecek ve içinde Plzen, Ferencvaros, Galatasaray, Başakşehir ve Brann maçlarını barındıran süreçten çıkacak tablo, muhtemelen Fenerbahçe’deki anlayışı dahi değiştirecek. Tedesco’yu Vitor Pereira’dan ayıran dönem işte tam olarak bu dönem olacak.
Öte yandan Beşiktaş’ta Sergen Yalçın’ın üzerindeki kara bulutlar giderek yoğunlaşıyor. Bu tür dönemlerden geçmeden “hoca” olunmaz ama öncelikle “ben oldum” anlayışını terk etmek gerekir. Orkun atıldığında soğukkanlılığını koruyabilen, gemisinin başında kalan bir Sergen Yalçın ile şu anki tablo arasındaki fark da tam olarak budur. Bununla birlikte Orkun’un üzerindeki baskının da azaltılması şart. Kaptanlık sürecinde yaşanan kırgınlıklardan doğru dersleri çıkararak, onun rolünü yeniden tanımlamak gerekiyor. Evet, kaptan olabilir; bu maçı bir kenara bırakırsak pozitif katkı da sunabilir, ancak zamanlama tartışmaya açıktır. 10 kişi kalmanın sonucu belirlediği bu maç özelinde Yalçın’ın oyununa doğrudan bir eleştiri yöneltmek objektif olmaz, ancak bunun ruh halini olumsuz etkilediği de açık. Beşiktaş’ın toparlanma süreci tam da bu ruhsal eşiği aşmakla başlayacak.

Haberi Yorumla