Karagümrük, bu sezon adına gördüğüm kadarıyla oyun aklıyla pratiğini birleştirecek gücü kendinde bulmakta en çok zorlanan takım. Marcel Licka’nın elindeki dar rotasyonla yapmaya çalıştığı şey nazarımda takdiri hak eden bir iş, ki Çek hocayla ilgili kariyerinin ilerleyen sürecinde değerlendirme yapan takımların, umuyorum ki Karagümrük deneyimini bir “başarısızlık” olarak nitelememeleri gerekir. Maç başına puan ortalaması (MBPO) istatistiğinin teknik adamlar üzerinde tahakküm kurarken ne kadar kafa karıştırıcı olduğunu gösteren bir teknik adam performansıyla karşı karşıyayız. Öyle ki; Karagümrük’ün bu sezon hem Galatasaray hem Fenerbahçe karşısında uygulamaya çalıştığı pratik, bu takımların bir talihsizlik yaşamasının önünde engel olanın yalnızca Karagümrük’ün bu takımlara nefesinin yetmemesiyle doğru orantılı olduğunu düşündürtüyor.
İlk yarıda Fenerbahçe, Karagümrük karşısında uygulamak istediğini uyguladı ve skoru da erken elde etmeyi başardı. İlk yarıyı bitiren düdüğe kadar oluşan tablo ve skor, kadroların potansiyeli üzerinden yorumlandığında belki reel sonuç olarak değerlendirilebilecek, belki Fenerbahçe’den fazlası bile beklenebilecek bir sonuçtu. Ancak kimsenin ilk yarıdan çıkan tabloya itiraz edeceğini düşünmüyorum. Bunun beraberinde ikinci yarıda oynanan oyun, Karagümrük’ün golünden önceki 1-2 dakikayla başlayan ve Balkovec’in atılmasıyla biten sürece öyle iyi yayıldı ki Karagümrük’ün ikinci golü “ha geldi, ha gelecek” düşünceleriyle ekran başında izlememize sebebiyet verdi. Peşi sıra girilen pozisyonlar, iptal edilen gol ve Fenerbahçe adına bu kâbus senaryosu rakibin 10 kişi kalmasıyla ancak sona erebildi. Bu durumu iki birbirine paralel senaryoyla açıklamanın ancak mümkün olduğunu düşünüyorum: Ya Karagümrük ekibi var olan potansiyelinin olmayacak şekilde üstüne çıktı ve Fenerbahçe’yi ezdi ya da Fenerbahçe’de tempoyu yönetmekle ilgili bir problem söz konusu… Geçtiğimiz sezon da aynı takımın benzer sorunları pek çok maçta yaşadığını düşünürsek, buradaki cevabın ikincisi olduğu kesin. Sorunu tespit ettiğimize göre bu oyunun sorumlusu kim? Domenico Tedesco mu? Söylediğim gibi bu sorun geçtiğimiz sezon da pek çok maçta tecelli ettiyse, ya Mourinho ve Tedesco’nun benzer oyun anlayışları ve pratikleri var ya da sorun Tedesco değil. Mourinho’yla Tedesco’nun oyunlarının köken ve işleyiş biçiminin taban tabana zıt olduğunu da torbaya atarsak, sorun Tedesco da değil. Bu zihin jimnastiğinden geldiğimiz sonuç, Fenerbahçe’nin yılgınlığının şüphe bırakmayacak biçimde oyuncu grubuyla ilgili olduğu… Bu oyuncu grubu, Fenerbahçe’de olmanın, buraya ait olmanın ağırlığının da farkında değil; teknik adam fark etmeksizin gelen her fikre, bu yılgınlığı çözecek tedaviye cevap vermekte de zorlanıyorlar.
O halde ne yapılmalı? Teknik adam değişikliklerinin kısa vadede fayda getirmediğine inanan birisi olarak bunu ifade etmek son seçeneğim olsa da, Tedesco’ya da zarar vermeden, “değerli zamanını almadan” gelişimi adına beslenemediği bu ortamdan uzaklaşmasına izin vermek. Hazır bekleyenler de varken, bu ekibi “abilerine” teslim etmek, o senaryodan ne elde edileceğini görmek, duyduğunda ikna olmayan, söyleyeni beğenmeyen bir oyuncu grubuna müstehak olan yol… Hepsine haksızlık etmeyelim; Asensio, Kerem ve İsmail Yüksek’in oyuna etki etme isteğini göz ardı etmek de yanlış olur. Hele ki Asensio dahil olduğu hemen hemen her maça etki etme, oynama isteği içerisindeyken… Ama takımın üstündeki bu ruh hâlinin sorumlusu olan ve etkisi olan tüm isimlerin uslanması adına gereken de buysa, saygı duyabilecekleri bir ismi takımın başına getirmek gerekir. Yoksa Tedesco bu çözümsüzlük içerisinde bence en masum insanlardan bir tanesi…

Haberi Yorumla