Futbolun 20. yüzyıldaki tarihine baktığımızda, her 10 yıllık süre içerisinde birkaç dahi teknik adamın olduğunu görebiliriz. Futbol, 1960’larda Helenio Herrera ve Bela Guttman, 1970’lerde Rinus Michels, Stefan Kovacs ve Bob Paisley, 1980’lerde Sacchi ve Trapattoni, 1990’larda Johan Cruyff ve 2000’lerde Jose Mourinho, Ancelotti ve Guardiola gibi isimlerin çıkışlarına, oyunun seyrini değiştirmelerine tanıklık etti. Elbette, bu isimlerin dışında o dönemlerde önemli başarılara imza atmış, futbolun seyrine olumlu etki etmiş teknik adamlar da oldu. Futbolun oyun merkezli değişiminin başrolünde olan bu isimler, özel olarak düşünceleriyle futbola yön vermiş, akışı değiştirmişlerdi. Ancak 2010’lardan itibaren her 10 yılda maksimum beşe kadar sayılabilecek bu teknik adam isimlerinin arttığına tanıklık etmeye başladık. Artık her bir teknik adam yeni bir ekolü beraberinde getirmiyor, teknik adamlık meziyeti o ekolü işleyecek iletişim becerileri, oyunun mikro özelliklerine bakışları, sahanın her noktasıyla ilgili planlarıyla birleşerek, kendi içinde sınıflarına ayrılan yeni teknik adam profillerini doğurmaya başlıyordu. Örneğin, “gegenpressing” olarak tabir edilen, ön alanda rakibi karşılamaya, topu en hızlı biçimde geri kazanıp, topun kazanıldığı noktadan hücuma çıkılmaya dayalı pozisyon oyununun fikir babası olarak Ralf Rangnick kabul edilse de, sonraları bu işi topu geri kazanarak rakibinden belli ölçüde daha fazla topla oynamayı başarabilen, yalnızca planını işlemekle kalmayıp bir de bunu görece futbolun elit seviyesinde olmayan oyunculara elit seviye beceriler tanımlayarak yapan Jürgen Klopp’la özdeşleşen bir oyun haline geldi. Yine benzeri biçimde topa sahip olmaya dayalı oyunun 2010’lu yıllardaki en önemli temsilcisi Pep Guardiola olarak kabul edilirken, o oyunun inşaa edildiği Barcelona’nın, o yıllardaki B takımı teknik direktörlüğünü yapan Luis Enrique, aynı teoriye kendi dokunuşlarını yaparak, fizikselliği ve dinamizmi bu oyunda önemli bir unsur haline getirerek 2015 ve 2025 yıllarında iki kez Şampiyonlar Ligi kazanmayı başarıyordu. Yeni futbol dönemi birden çok dahinin olduğu bir ajandalar dönemi olarak başlayacaktı.
Buradan anlatmak istediğim alt metni anladığımıza göre yazımızın aktörü Francesco Farioli ile devam etmeliyiz. Farioli, teknik adamlık kariyerine Türkiye’de Karagümrük ve Alanyaspor’da başlamasının ardından, 2023-2024 sezonunda Nice, 2024-2025 sezonunda ise Ajax’ı çalıştırarak teknik adamlık kariyerinin ilk 5 yılı dolmadan adım adım elit seviyede mücadele eden futbol takımlarında bir kariyer elde etmeyi başardı. Henüz 36 yaşına 3 ay önce basan bu adam, Ajax’ta başarısız bir sezon geçirmiş olmasına rağmen, Ajax’tan ayrılmasından hemen sonra, bu sefer Portekiz devi Porto’nun başına geçti. Yani diğer bir deyişle, hiçbir kulübün müzesine kupa bırakmamış, 2020’de Türkiye Süper Ligi’ne yardımcı antrenör olarak gelmesinin ardından adım adım zirveye çıkan bu adam öyle bir intiba bırakmış olacak ki, Ajax gibi Hollanda futbolunun en büyük takımıyla Hollanda şampiyonluğunu bırakmış olsa bile, oradan sonra tekrar bir elit takımla anlaşma şansı bulabilecekti. Bu meselenin iki alt metni var. Bunu anlamak için öncelikli olarak şunu bilmemiz gerekiyor; Francesco Farioli, yazının başında ifade ettiğim örneklerde olduğu gibi, bir ekolün temsilcisi olarak kariyerini sürdürüyor. Kaleci antrenörü olarak başladığı kariyerinde, yollarının Roberto de Zerbi ile birleşmesinin ardından, De Zerbi’nin oyunundaki kaleci profilini şekillendiren adam olan Farioli, bu topa sahip olma ve radikal ölçülerde pas trafiği oluşturarak rakibinin oyun dengesini sarsmaya yönelik anlayışın 0 noktasını şekillendiren bir kaleci antrenörü olmakla kalmayıp, bunun üzerine çalıştığı takımlarda bu oyunu bina eden modernist bir teknik adam olmakla kariyerine devam etmişti. Türkiye’de bunu ilk denediği zamanlarda kalesinde fazla gol görmekle eleştirilen Farioli, tüm bu eleştirilere ve gerçek anlamda kalesinde çok gol gören bir takım yaratmasına rağmen bu anlayışına bir saplantıyla bağlanmayı ve çok gol yiyorsa, 1 fazlasını atmayı anlayış haline getirmeyi tercih etti. Yani, Farioli zaman zaman pragmatik çözümlerle bunu şekillendirmekten çekinmemesine rağmen, genel hatlarıyla net saplantıları olan bir ajanda teknik adamı oldu.
Bu da ona Avrupa yolunu açtı. 2023-24 sezonu için Nice’le anlaştı. O sezon 14. haftada oynanan Nantes maçına kadar mağlup olmayıp, Paris St. Germain, Monaco ve Marsilya gibi takımlara karşı galibiyetler alan Farioli, her ne kadar ligde bu başarıdan sonraki zaman dilimi olan 21 maçta 10 mağlubiyet alsa da, bi oyuna ve bir fikre sahip, o fikri uygulamaktan geri durmayan profiliyle, Nice’le elde ettiği Fransa Ligi 5.’liğinin ardından, hiç durmadan Hollanda devi Ajax’a yürüdü. Bu tercihin tabanını oluşturan şey de elbette Farioli’nin sahip olduğu oyun felsefesiydi. Ajax yıllardır “total futbol” anlayışıyla yönetilen bir takımdı ve Farioli’nin topa sahip olma oyunuyla, sonraki yıllarda hibrit bir oyun anlayışı inşaa edilebilir, Farioli süzgecinden geçen oyuncu grubu radikal ölçüde topa sahip olma oyununu oynama becerileriyle harmanlandıkları için Ajax’ın oyun geçerliliklerine uyum sağlamaları daha kolay hale gelebilirdi. Yani, Farioli Ajax için 2 yıldır şampiyon olamayan yapıyı yenileme etkisi görecekti. Olamadı. Farioli’nin yapısı ne oyun olarak, ne üretkenlik olarak, ne de kupaya ulaşma konusunda başarılı olamadı. Burada Farioli için bir “step-back” yapma gereğinin doğacağını düşünüyordum. Orta seviye bir Avrupa takımı, belki Premier Lig’de alt segment bir takım profili, baskı unsurundan uzaklaşarak oyununu yenileyecek labaratuvarı yaratmanın gerekliliğini kabul eder ve böyle bir yol çizer diye düşünüyordum ama Farioli’nin elit seviyedeki macerası bu kadar kısa sürmeyecekti. 3 yıldır şampiyonluktan uzak kalan ve Andre Villas-Boas’ın başkanlığını yaptığı Porto, 36 yaşındaki Farioli’yi takımının başına getirdi. Burada Farioli’nin kariyerinin gidişatıyla ilgili tahmin yapmak istemiyorum. Farioli benim de teknik adamlığını, üretkenliğini beğendiğim bir isim ve oyununu inşaa edeceği uzun vadeli bir çalışma ortamında istediği başarıya ulaşmasını hem temenni ettiğim, hem beklediğim bir isim. Porto’daki işleyişi de, yazın ve ligin başlangıç noktasında takımının oyununa vereceği cevap belirleyecektir.
Bu yazının konusu Farioli’nin ötesinde, Türk teknik adamların düşlemesi gerekeni ön plana koyan bir hikaye. Her dönem, her sektörle ilgili – özellikle de futbolla ilgili – yeni trendler meydana gelir. Bu trendler futbolda, 1960’larda dizilişlerde, 1970’lerde oynanış biçiminde, 1980’lerde eski trendlere anti-tez üretmekle, 1990’larda bir anlayışın renövasyonunda ve 2000’lerde renöve edilen o anlayışın zirveye çıkmasıyla yaşandı. 2020’lerde de artık teknik adam demek, takıma inşaa edilecek oyun demek. Artık futbol takımları teknik adamın tecrübesini, başarılarını değil, beraberinde nasıl bir anlayışı getirdiğini değerlendiriyor. Arne Slot’u Liverpool’a, Vincent Kompany’i Burnley’i düşürdüğü sezonda Bayern Münih’in başına götüren, Cesc Fabregas’ı daha teknik direktörlüğünün başında, hiçbir şey göstermemişken Avrupa’nın zirve takımlarına aday gösteren unsur bu… Türkiye’yle örneklendirmek gerekirse de, Arda Turan’ın Eyüpspor’dan Shaktar’a gidişi de böyle değerlendirilebilir. Dolayısıyla “bu adam ne yapmış da buralarda çalışıyor” sorusunu tamamen altı boş olarak değerlendirmemekle beraber, bu soruyu sormanın o teknik adamların adım adım zirveye çıkışını da engellemeyeceğini, yeni anahtarın bu olduğunu kabullenmek gerekiyor. Futbolculuk tecrübesi olmayan, sahanın içine teorik bakışlarıyla fark yaratan bu isimler artacak ve buna uyum sağlamak için antrenörlük eğitim sistemimizi, bakış açımızı, teknik adamlıkta baktığımız prensipleri değiştirmek gerekiyor. Trendleri kaçırmamak, Avrupa futbol piyasasından içeriye kafamızı sokmak için tüm bunların gerektiğini düşünüyorum. Yoksa, “o oralarda nasıl çalışıyor” sorularını soran bizler, çalışan onlar olacaklar. Francesco Farioli’ye başarılar diliyorum.
Haberi Yorumla